Sanki bazı insanlar, yılların yükünü sırtlamaya, dert çekmeye doğmuş gibi… Akıllar, sevinçler ve nice tasalar omuzlarımıza ağır ağır birikirken; içimizden, kuşlar uçmuş, düşler savrulmuş. Bazen insan, kendi özünden bile düşer. Derinlerde, sessizce büyüyen bir sızı gibi yayılır acılar. Oysa en çok ruhlarımızın onarılmaya ihtiyacı var.
Çünkü ruhlar karanlıkta… Sönmüş gözler, tükenmiş yüzler; etraf yaşamaktan yorulmuş bedenlerle dolu. Nedir gerçekten bu yaşamak? Sınırlı adımlarla yürüdüğümüz yıllar içinde, yönsüzce savrulan niyetlerle yol alıyoruz.
Bir yanımızda “iyi yaşlanmış” kalplerin taşıdığı çocuk kokusu… Diğer yanımızda kötülüğün kalbi taşlaştıran etkisi. Kimi insan içine döner, derdi kendiyledir. Kimi dışa yönelir, herkesle derdi olur. Bazıları çizgisini çizer ve ne zaman duracağını bilir; bazılarıysa sınır tanımaz, kaybolur.
Bazı baharlar gerçekten çiçek açar. Bazılarıysa hüzünle gelir, hazan olur. Kimi düşünce kaybolur, kimi düşerek kendini bulur. Düşen de, düşleyen de sonunda bir güce sığınır. Ruhumuzun gelgitleri vardır: dalgalı sular, durgun kıyılar, batmış gemiler… Her günü, her anı ayrı bir hikaye taşır içinde.
Dışarıdan baktığımızda hayatla uğraşan insanları görürüz; evini tamir edenler, işleri peşinde koşanlar… Oysa asıl tamir edilmesi gereken ev, içimizdeki “can” ve “canan”dır. Kalbini karartanlarla, aydınlığa ulaşmak isteyenler yan yana yaşarlar.
Kalbi kaya gibi olanlar, kolayca bıçak saplar bir başkasının göğsüne. Bazen gelecek geçmişe, gece ise gündüze düşman kesilir. Gece gündüzle çatışır ama biliriz ki bugün, dünden doğar. Yarın, bugünden filizlenir. Her şey birbirine bağlıdır aslında. Ve eğer her birimiz kendi içimizdeki karanlığı iyileştirirsek, herkes iyileşir. Ruhlar aydınlığa kavuşur, kalpler ve akıllar ferahlar. O zaman kapanan yollar yeniden açılır. Çıkmaz sokaklar hayra çıkar. Cehalet bilgiye, sevgisizlik sevgiye, merhametsizlik merhamete dönüşür.
Bedenimiz hastalandığında hemen harekete geçeriz. İlaçlar, doktorlar, tedaviler… Ama konu ruhumuza gelince, onu hep erteleriz. Hep “bir gün” deriz. Oysa bir ömür bedenimizde taşıyacağımız ruhumuzu iyileştirmek, bedenimiz kadar — belki de ondan daha fazla — önemlidir.
Çünkü ruh iyileşirse, fikir iyileşir. Fikir iyileşirse toplum iyileşir. Toplum iyileşirse dünya iyileşir. Beynimizin dinmeyen sancıları, kalbimizin derin acıları ruh sağlığı olmadan geçmez. Ve biz, iyiliğe ancak içeriden yürürüz. Gerçek iyileşme, içeriden başlar. Ruhumuzu onarabilirsek, birlikte daha aydınlık bir dünyaya varabiliriz.
Son olarak, ruh eşi kavramına da küçük bir parantez açmak isterim. Eğer ruhunuz hasta ise, ruh eşiniz de büyük ihtimalle ruhen yaralı biri olur. Çünkü iyileşmemiş ruhlar, sağlıksız bağlar kurar. Herkesin kendi ruhunu iyileştirmesi sadece bugünün değil, yarının ilişkileri ve geleceğin sağlam temelleri için de hayati bir önem taşır.
